
Yeni İş Fikirlerinizi veya mevcut İşletmenizi geliştirmek, büyütmek ve dijitalleştirmek için ihtiyaç duyduğunuz tüm uçtan uca yazılım teknolojilerini tek çatı altında ve farklı sektörel iş bitirme tecrübesine sahip profesyonel ekiplerimizle hizmetinize sunuyoruz.
Kartega, bilgi birikimini müşterileri ile paylaşmak ve mühendislik tabanlı projeler gerçekleştirerek ülke ekonomisine ve bilişim sektörüne katma değer sağlamak için kurulmuş, daima gelişimin ve ilerlemenin önemini bilerek daha iyinin peşinde olan bir yazılım evidir.
KARTEGA kurulduğu günden bu yana 15'ten fazla farklı sektörden müşterilerine yazılım çözümleri üretmektedir.
Yazılım geliştiricilerimizin derin alan uzmanlığını kullanarak, stratejik bir vizyonla anlamlı bir değişime yol açan etkili dijital çözümler yaratıyoruz.
Lütfen teslim ettiğimiz ve devam eden özel yazılım çözümü projelerimize göz atın. Keşif sırasında Kartega'nın proje geliştirme yetenekleri hakkında detaylı bilgi sahibi olabilirsiniz.
Kartega Bilgilendiriyor !!! Yüksek teknoloji üretim sektörü aktörü olarak, teknolojinin tarihsel gelişimlerini teknoloji köşemizden ve bağlı linkedin hesabımızdan takip edebilirsiniz.
Parcel Guard, kapı önü paket teslimlerine yönelik koruma ve bildirim cihazıdır. Bu teknoloji, Danby Appliances tarafından geliştirilmiş olup 2015'te patenti alınmıştır. Cihaz, teslim edilen paketin üzerinde durduğu sensörlü bir platform üzerinden yerel Wi‑Fi ağına bağlanarak paketin bırakıldığını algılar ve uygulama üzerinden kullanıcıya anında bildirim gönderir.
Ayrıca izinsiz paket alımı veya cihazın taşınması durumunda siren benzeri alarmlar çalar, hareket ve çip sensörleri sayesinde alarm durumu belirlenir . 2019’da Seattle’da ticari olarak piyasaya sürülmüş olan Parcel Guard, yaklaşık 23 kg ağırlığında, dayanıklı plastik gövdeye sahip, tabana sabitlenebilen ve bünyesinde entegre kamera ile iki yönlü ses iletişimi sunan bir sistemdir . Bu cihaz, sırf hırsızlıkla mücadele etmeye odaklanmakla kalmayıp aynı zamanda paket teslim sürecini daha güvenli ve şeffaf hale getirerek e‑ticaret kullanıcılarını “kilidi paketli” bir çözümle korur etkin koruma sağlayan inovatif bir cihazdır.
Elektrikli battaniye, 20. yüzyılın başlarında insanların soğuk hava koşullarına karşı daha etkili bir şekilde korunma ihtiyacına yanıt olarak gelişmiştir. İlk elektrikli battaniye 1912 yılında Amerikalı mucit Sidney I. Russell tarafından geliştirilmiştir. Russell, özellikle hastanelerde ve tıbbi bakım gerektiren durumlarda, felçli ya da yatağa bağlı hastaların vücut ısısını koruyabilmek amacıyla bir ısıtma çözümü olarak bu fikri ortaya atmıştır.
İlk modeller oldukça büyük, ağır ve güvenlik açısından riskliydi; çünkü elektrik telleri yeterince yalıtılmamıştı ve aşırı ısınma riski taşıyordu. 1920’li yıllarda elektrikli battaniyeler, yatak altına serilen “ısıtıcı örtüler” şeklinde kullanılmaya başlandı. 1930’lardan itibaren daha hafif, taşınabilir ve güvenli modeller üretildi. 1950’lerde ise termostatlı sistemler sayesinde kullanıcının istediği sıcaklığı ayarlamasına olanak tanındı ve elektrikli battaniyeleri daha güvenli hale getirdi. Günümüzde modern elektrikli battaniyeler; aşırı ısınmaya karşı güvenlik sensörleri, otomatik kapanma özelliği ve farklı ısı seviyeleri sunarak konforlu ve güvenli bir kullanım sağlar.
Exoskeleton (Dış İskelet) teknolojisinin icadı, insanın fiziksel kapasitesini artırma hayalinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve kökenleri 20. yüzyılın ortalarına kadar uzanır. İlk fikirler, özellikle askeri alanda askerlerin daha fazla yük taşımasını sağlayacak “mekanik destek sistemleri” oluşturmak amacıyla 1960’lı yıllarda ABD’de geliştirilmeye başlandı. General Electric tarafından 1965 yılında geliştirilen “Hardiman” adlı ilk dış iskelet prototipi, insanın güç kapasitesini artırmayı hedefliyordu; ancak aşırı ağırlığı (yaklaşık 680 kg) ve dengesizlik sorunları nedeniyle pratikte kullanılamadı. 1980’li ve 1990’lı yıllarda bilgisayar ve sensör teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte dış iskeletler daha hassas ve kullanışlı hale geldi. 2000’li yılların başında ise ReWalk, Ekso Bionics, Honda gibi firmalar, felçli hastaların yürümesini sağlayan medikal exoskeleton sistemlerini tanıttı. Aynı dönemde savunma sanayisinde, özellikle ABD ordusu için Lockheed Martin gibi şirketler tarafından üretilen dış iskeletler, askerlerin hem dayanıklılığını hem de yük taşıma kapasitesini artırmak için tasarlandı.
Jeneratör makinesi, elektriğin üretiminde devrim yaratan ve modern yaşamın temel taşlarından biri olan bir teknolojik icattır. Bu önemli buluş, 1831 yılında İngiliz fizikçi ve kimyager Michael Faraday tarafından gerçekleştirilmiştir. Faraday, yaptığı deneyler sonucunda bir mıknatısın bir tel bobin içinde hareket ettirilmesiyle elektrik akımı oluştuğunu keşfetmiştir. Bu olay, elektromanyetik indüksiyon olarak adlandırılmış ve jeneratörlerin çalışma prensibinin temelini oluşturmuştur. Faraday’ın icat ettiği ilk jeneratör, basit bir tel bobin ve mıknatıs kullanılarak yapılan deneysel bir düzeneğe sahipti, ancak bu küçük sistem büyük bir bilimsel devrimin kapılarını aralamıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru jeneratörler, hidroelektrik santraller ve buhar makineleriyle entegre edilerek sanayi devriminde elektrikli makinelerin çalıştırılmasında kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde kullandığımız modern jeneratörler, Faraday’ın ortaya koyduğu ilkelere dayansa da, çok daha güçlü, verimli ve çeşitli enerji kaynaklarına uyumlu hâle gelmiştir. Bu icat sayesinde elektrik enerjisi, sanayi, ulaşım, sağlık ve ev yaşamı gibi pek çok alanda vazgeçilmez bir unsur hâline gelmiştir.
2003 yılında Amerikalı mühendis Dean Kamen tarafından geliştirilen "iBOT" adındaki gelişmiş tekerlekli sandalye, merdiven çıkabilme, engebeli arazilerde hareket edebilme ve kullanıcıyı ayakta durur pozisyona getirme gibi özellikleriyle büyük bir yenilik sundu.
Bu, fiziksel engelli bireylerin hem daha bağımsız hareket etmesini sağlar hem de sosyal etkileşimlerde göz hizasında bulunma avantajı yarattı. Cihaz ilk piyasaya çıktığında büyük heyecan uyandırdı, ancak yaklaşık 25.000 dolarlık fiyat etiketi ve sağlık sigortalarının bu ürünü karşılamaması, yaygın kullanımını engelledi. Bu nedenle 2009 yılında üretimi durduruldu. Ancak 2014’te Dean Kamen ve ekibi, iBOT'u yeniden tasarlamak ve daha ulaşılabilir kılmak için çalışmalara başladı. Sonuç olarak, 2019’da yeni nesil iBOT yeniden piyasaya sürüldü. Daha hafif, daha dayanıklı ve bazı ülkelerde belirli şartlarda sigorta kapsamında verilebiliyor. Bugün hâlâ çok yaygın olmasa da, iBOT teknolojisi engelli bireyler için büyük bir potansiyel taşımaya devam ediyor.
Hologram cihazının icadı, modern görüntüleme teknolojisinin temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve kökeni 20. yüzyılın ortalarına kadar uzanır. Holografi teknolojisinin temelleri, 1947 yılında Macar fizikçi Dennis Gabor tarafından atılmıştır. Gabor, elektrondan yararlanarak daha yüksek çözünürlüklü mikroskop görüntüleri elde etmeye çalışırken, dalga girişimi ve kırınım ilkelerini kullanarak ilk holografik teoriyi geliştirmiştir.
Ancak o dönemde yeterince güçlü ve tutarlı ışık kaynağı olmadığı için hayata geçirilememiştir. 1960 yılında lazerin icadıyla hologram üretiminde gereken koherent (uyumlu) ışık kaynağını sağlayarak, Gabor’un fikirlerinin uygulanmasını mümkün kılmıştır. 1960’ların ortalarında, Emmett Leith ve Juris Upatnieks adlı iki Amerikalı mühendis, lazer teknolojisi sayesinde ilk başarılı optik hologramları üretmiş ve üç boyutlu görüntüleri kaydedip yeniden oluşturmayı başarmıştır. Bu gelişme, holografi alanında çığır açmış ve hologram cihazlarının temelini oluşturmuştur.
19. yüzyılın ortalarında geliştirilen mekanik yazı makineleri ve matbaa teknolojileri yazıcının temelini oluşturmaktadır; ancak modern anlamda ilk bilgisayar yazıcısı, 1953 yılında Remington-Rand şirketinde çalışan mühendisler tarafından geliştirilmiştir. Bu yazıcı, ünlü UNIVAC bilgisayarıyla birlikte kullanılmak üzere tasarlanmıştı ve dakikada yaklaşık 600 satır yazabilme kapasitesine sahipti. Takip eden yıllarda, özellikle 1969 yılında Gary Starkweather‘ın lazer yazıcıyı icat etmesiyle yazıcı teknolojisinde büyük bir devrim yaşandı.
Starkweather, Xerox’ta çalışırken, bir lazer ışınını kullanarak bir fotokopi makinesinin tamburu üzerine doğrudan veri işleyebilen bir sistem geliştirmişti. Bu buluş, yazıcıların hızını, kalitesini ve kullanım alanlarını büyük ölçüde genişletti. 1980’lerde kişisel bilgisayarların yaygınlaşmasıyla birlikte nokta vuruşlu yazıcılar (dot-matrix), mürekkep püskürtmeli yazıcılar (inkjet) ve lazer yazıcılar hızla evlere ve ofislere girdi. Ayrıca 3D yazıcıların ortaya çıkmasıyla yazıcı teknolojisi artık sadece iki boyutlu kâğıtla sınırlı kalmayıp, plastik, metal ve hatta biyolojik malzemelerden üç boyutlu nesneler üretebilir hâle gelmiştir.
2023 yılında, Kaliforniya merkezli Synchron adlı bir biyoteknoloji şirketi, beyinle bilgisayar arasında doğrudan bağlantı kurmayı mümkün kılan ilk beyin implantını başarıyla geliştirdi ve insan beynine yerleştirdi. Bu teknoloji, "Stentrode" adı verilen küçük bir cihaz sayesinde çalışıyor ve kişinin düşüncelerini doğrudan bilgisayara aktarabiliyor. Neuralink gibi şirketlerin aksine, Synchron’un sistemi beyne açık cerrahi müdahale olmadan, damarlar aracılığıyla yerleştirilebiliyor.
İlk kez 2022’de ABD’de bir hastaya uygulanan bu implant, felçli bireylerin yalnızca düşünerek e-posta göndermesine veya internette gezinmesine olanak sağladı. Şu anda FDA tarafından yürütülen klinik denemeler devam ediyor ve sonuçlar oldukça umut verici. Synchron'un kurucusu Dr. Thomas Oxley, bu teknolojinin gelecekte konuşamayan, yazamayan ya da hareket edemeyen insanlar için yeni bir iletişim çağı başlatabileceğini söylüyor. Şu anda dünya genelinde sınırlı sayıda denekle test edilen bu teknoloji, önümüzdeki birkaç yıl içinde daha geniş bir kullanım alanına yayılabilir.
Bulut bilişim (Cloud Computing), internet üzerinden veri depolama, işleme ve yazılım hizmetleri sunan bir teknolojidir. Bu kavram, 1960'larda John McCarthy tarafından ortaya atılsa da, günümüzdeki anlamıyla gelişimi Amazon Web Services (AWS), Google Cloud ve Microsoft Azure gibi şirketlerin öncülüğünde gerçekleşti.
Bulut bilişim sayesinde şirketler ve bireyler, fiziksel sunuculara ihtiyaç duymadan büyük ölçekli veri işleyebilir, yapay zeka ve makine öğrenimi gibi güçlü yazılımları kullanabilir ve dünyanın her yerinden verilere erişebilir. Günümüzde finans, sağlık, oyun sektörü ve e-ticaret gibi birçok alanda kullanılan bu teknoloji, maliyetleri düşürmesi ve esneklik sağlamasıyla yazılım dünyasında devrim yaratmıştır.
İlk böbrek diyaliz makinesinin yaratıcısı Willem Kolff, 14 Şubat 1911’de Hollanda, Leyden’de doğmuştur. Tıp öğrencisiyken Kolff, böbrek yetmezliği nedeniyle 22 yaşındaki bir adamın ölümüne tanıklık etmiştir. Bu durum onu çok etkilemiş ve vakit kaybetmeden hemen kendisini araştırmaya adamıştır.
1941’de Almanya Kampen’de yapay bir böbrek makinesi geliştirmiştir. Yerel bir fabrikadan kaba malzemeler elde etmiş, temizleme sıvısının bir banyosunda dinlenecek bir silindirin etrafına sarılan selofan borudan bir makine şekillendirmiştir. Böbrek yetmezliği nedeniyle zehirli olan hastanın kanları hortuma, banyosun içine çekilecek ve temizlenecek, sonra hastanın vücuduna geri gönderilecekti. 1945 yılında cihaz, 67 yaşındaki bir kadının hayatını kurtardı ve hasta yedi yıl daha yaşadı. O zamanlarda hastaların ne yazık ki cihaz eksiklikleri yüzünden en son raddeye kadar diyalize alınmaları geciktirilirdi. 1941' den bu yana teknolojinin gelişmesiyle birlikte ilk diyaliz makinesi günümüzde kullanılan hemodiyaliz makinelerine dönüştü.
Güneş panelleri ilk olarak 19'uncu yüzyılın sonlarında keşfedildi. Fotovoltaik enerjiyi ilk kez Fransız fizikçi Alexandre Edmond Becquerel keşfetti. Becquerel, 1839'da güneş pilinin çalışma prensibi olan fotovoltaik etkinin keşfiyle o dönemdeki makinelerde kullanılan suyun ısıtılarak su buharına dönüşmesini sağladı. Ancak Becquerel ilerleyen yıllarda güneş ışığının elektrik enerjisine dönüşümünü sağlayacak fotovoltaik etkiyi keşfetti. 1893 yılında, ilk kez Charles Fritts selenyum plakalarını, ince bir altın tabakası ile kapladı. Böylece ilk güneş paneli Charles Fritts tarafından yapılmış oldu. O zamanki bu mütevazi başlangıç, bugün güneş paneli olarak adlandırdığımız cihazın ortaya çıkmasını sağladı. Daha sonraki aşamalarda Bell Laboratuvarlarında çalışan Amerikalı mucit Russel Ohl, 1941’de dünyanın ilk silikon kaynaklı güneş pilini icat etti ve patentini aldı. Ohl daha sonra 1954'te silikon kullanarak şirketiyle yeni bir güneş panelinin seri üretimi gerçekleştirdi.
Para çekmek için bankaların çalışma saatleri engeline ve uzayıp giden kuyrukta beklemenin can sıkıcı olmasına çözüm arayan Luther Smijian, 1939 yılında ATM'yi icat etti.
ATM'yi 6 aylığına denemesi için Newyork Citibank’ı ikna etti. İnsanlar ilk kez gördükleri bu makineye rağbet etmediler ve 6 aylık süre sona erdi. Smiijan anılarında insanlara makinenin kullanımını anlatmakla uğraşmak istemediğini yazdı. Bu ilgisiz durum onu hem ticari başarısından mahrum bıraktı hem de ATM'nin icadı ile ilgili şöhreti de kaçırmasına neden oldu. Bu durumu fırsat bilen ve ilk gerçek ATM'nin mucidi olarak tarihe geçen John Shepherd-Barron otomatik çikolata makinelerden yola çıkarak 1967 yılında bir ATM tasarladı ve bankanın genel müdürüne ATM'yi kabul ettirmeyi başardı. Bu cihaz Londra da Barclays Bank tarafından kullanılan ilk elektronik ATM oldu. ATM’den yalnızca para çekilebiliyordu ve banka tarafından verilen özel çeklerle çalışıyordu. Karbon 14 metoduyla çek üzerine basılan kimyasal kodlar makine tarafından tespit ediliyor ve müşteri şifresi ile de eşleştirme sonrası ödeme yapılıyordu.
Teknolojinin ilerlemesiyle, belli bir standarta sahip kara tahtaların yerini, özel kalemlerle çizilebilen, üzerine yazı yazılabilen, bunun yanında çok az veya hiç kalıntı olmadan silinebilen düz plastik yüzeyli beyaz tahtalar aldı. Beyaz tahtalar da yerini, çok fazla süre geçmeden akıllı tahtalara bıraktılar. Akıllı Tahta 1987 yılında David Martin ve Nancy Knowlton tarafından icat edilmiştir.
Daha sonra bu mucitler şirketleşerek, ilk olarak 1991 yılında “Smart Board” markalı interaktif beyaz tahtalarını piyasaya sürmüşlerdir. Bu akıllı tahtalar, dokunmaya karşı duyarlı ve yerel bilgisayar sisteminin kaynaklarından beslenen dijital ve beyaz tahtalardı. Bunun yanı sıra, üzerine yazılan her türlü bilgiyi kaydedip saklama özelliklerine sahiptiler. Aynı zamanda kullanıcıların internetten veya diğer kaynaklardan indirdiği notları kullanabilmesini ve uygulamasını sağlayan interaktif özellikler ile donatılmışlardır. Akıllı Tahtalar, öğrencilerin veya çalışanların katılımını sağlamak ve üretkenliği artırmak için sınıflarda ve iş konferans salonlarında yaygın olarak kullanılmaktadırlar.
İnsan Kaynağını en önemli sermayesi olarak gören Kartega'nın öncelikli hedefi, tüm çalışanlarının güvenini kazanmak ve bir parçası olmaktan mutluluk duyacakları bir kurum olmaktır. Kartega, çalışanlarına kişisel ve mesleki gelişimlerinde fırsat eşitliği sağlayan, iş ve özel yaşam dengesine özen gösteren, çalışan motivasyonuna ve bağlılığına önem veren bir yaklaşımla hareket eder.
Açık iş pozisyonlarımıza değerli başvurularınızı bekliyoruz :)